MAHŞER YERİNDE İNSANLARIN
DURUMU
Daha önceki sayfalarda sen, insanların dümdüz ve bembeyaz, arı ve duru bir arazinin üzerinde toplanacağını öğrenmiştin. Buradaki bekleyişlerinin oldukça uzun bir süre olacağını, haklarında kesin karar çıkana dek burada bekletileceklerini okumuştun. Melekler halkalar şeklinde yedi kez olmak üzere saf halinde çevrelerini kuşatmış bir halde bekletileceklerdir. Tüm gök melekleri saf halinde olacaklardır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
“Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman her şey ortaya çıkacaktır.” (Fecr, 89/21–22)
Bir başka ayette de Allah şöyle buyuruyor: “Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe’,78/38)
İşte gökteki melekler diğer yaratılmışları böylece kuşatacaklardır. Bildiğin gibi zaten gök de yok olup gidecektir. Ancak mahşer yerinde bekleme mahallinde beklemekte olanlar esasen işledikleri amellere göre farklı farklı konumdadırlar. İşte bu bekleme yerinde insanların dünyada işledikleri ameller ortaya çıkacaktır, hiçbir şey hiçbir kimseye gizli kalmaksızın meydana çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Mevla şöyle buyuruyor:
“Gizlenenlerin ortaya döküldüğü günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı vardır.” (Tarık, 86/9–10)
Burada öncelikli olarak gündeme getirmek istediğim husus, bekleme yerinde olan korkular olacaktır. Bundan sonra da orada insanların farklı farklı konumlarda beklediklerini açıklamaya çalışacağım.
Ey kardeşim! Şunu unutma ki, o bekleme gününde korkulanın en başında olacak olan şey, güneşin insanın başı üzerine bir mil mesafeye kadar yaklaşacağıdır. Neredeyse aşırı sıcaklıktan ve hararetten ötürü insanın beyninin fokur fokur kaynatacaktır. Nasıl kaynatmasın ki, o güneşin ısısı yüzde yirmi milyon derece ile değerlendiriliyor.
Müslim, Mikdat’dan (ra) rivayet ediyor. Mikdat demiş ki, Allah Resulü’nden (as) şöyle buyururken dinledim:
“Kıyamet gününde güneş insanlara bir mil mesafe kalıncaya dek yaklaştırılır.”
Ravi Süleym b. Amir diyor ki, ben, hadiste sözü edilen “mil” ifadesinin kara mili mi yoksa göze süre çekilen mil mi olduğunu bilemiyorum. Hadisin devamı şöyledir: “O günde insanlar dünyadaki amellerine göre ter içerisinde kalacaklardır. Kiminin ter yüksekliği topuklarına kadar, kiminin dizlerine kadar, kiminin ise ter –eliyle ağzını işaret ederek- ta ağızlarına gem vuracak kadar ulaşır.”
İşte o günde insanlardan akan ter, yetmiş arşın olarak ta yerin dibine inecektir. Buhari ile Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre’nin dediğine göre Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların teri yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına adeta gem vurur da ta kulaklarına kadar çıkar.”
İşte böyle bir sıkıntı ve azap içerisinde beklerlerken hepsi de, oradan kurtulmak için cehennem de olsa gidecekleri yer, bir an önce buradan ayrılıp gitmeyi isterler.
O kıyametin en büyük ve dehşet verici korkularından biri de, cehennemin mahşer yerine getirilmiş olmasıdır. Cehennemi oraya çekip getirmek için yetmiş bin halat bağlanmış ve her bir halatını da yetmişer bin melek çekmektedir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O gün cehennem getirilir. İnsan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! İşte o zaman insan: ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der. Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.” (Fecr, 89/23–26)
İbn Mesud’dan Müslim ile Tirmizi rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki: “O hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin halatı vardır. Her bir halatını da çeken yetmiş bin melek vardır.”
Cehennem mahşer yerine getirildiğinde öylesine bir homurdanışı ve korkutucu bir sesi var ki, kimse dayanamaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini (müthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.” (Furkan, 25/12)
Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk, 67/7)
Cehennem ateşi bekleme yerinde olanlara yaklaştırıldığında, ateşten bir boyun uzanır, böylece bazı insanları toparlayıp yakalar ve ateşin içine çeker.
Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayetine göre, demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde gören iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan dili bulunan bir boyun ateşten dışarıya doğru uzanır ve der ki: ‘Ben üç kişiye vekil olarak tayin olundum. Bunlardan ilki Allah ile birlikte başka ilahlar ve putlar edinenler, ikincisi inatçı olan her zorba ve bir de tasvir (heykel ve büst) yapanlara cezalandırmada vekil olarak görevlendirildim.”
İşte cehennemden uzanan boyun mahşer yerinde beklemekte olan bu kimselerin üzerine uzanır, oradakilerin arasından bu üç sınıf insanı tıpkı kuşun susam tanelerini toplayıp yuttuğu gibi onları toplayıp yutar.
İşte mahşer yerinde bekleme alanında uzun bir bekleyişle birlikte bir de bunlar olacaktır. Gözler belermiş, dışarı fırlamış olarak hesaplarının sonucunu beklerler. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Resulüm! Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zalimleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikişmiş bir vaziyette koşarlar.” (İbrahim, 14/42–43)
O gün mahşer yerinde insanların oldukça farklı guruplara ayrılmış olmaları, amelleri bakımından durumlarının açığa çıkması ve rezil rusvay olmaları ise bir yanadır. Ancak Sabikun denilen ve ilk sınıfta yer alan, mahşer yerine binitli olarak gelen bu kimselerle birtakım müminler, bekleme yerinde o insan beynini kaynatan güneşin sıcaklığından uzak tutulacaklardır, hatta dahası onlar Rahman olan Allah’ın Arş’ının gölgesinde gölgeleneceklerdir. İşte ben burada sana bu makamı kazandıracak ve buna muvaffak kılacak bazı amellerden söz edeceğim ki, sen de yarın kıyamet gününde o Arş’ın gölgesinde yer alanlardan olasın.
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yüce Allah, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Şöyle ki:
1- Adaletli devlet başkanı,
2- Rabbine kulluk ve ibadet ederek tertemiz bir hayat içerisinde gelişip büyüyen genç,
3- Kalbi mescitlere bağlı olan Müslüman,
4- Birbirlerini Allah için seven, bir araya gelmeleri de, ayrılmaları da Allah rızası için olan iki insan,
5- Güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek onu ret edip ona yaklaşmayan kişi,
6- Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli olarak sadaka veren kimse ile
7- Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken adam.”
İşte kıyamet gününde herkes güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulurken sözü edilen bu yedi sınıf insan özel muamele görecekler ve Arş’ın altında gölgeleneceklerdir. Bunlardan kimisi de nurdan minberlere kurulup oturacaklardır. Bunlar Allah için birbirlerini sevenlerdir. Nitekim sahih olan kudsi hadiste bunların durumlarını yüce Allah şöyle açıklıyor:
“Benim Celal ve azametim adına birbirlerini sevenler için kıyamet gününde nurdan minberler kuracağım. Oysa bunların kendileri peygamber ve şehit olmadıkları halde peygamberler ve şehitler onlara imreneceklerdir.”
Mahşerde o bekleme yerinde bekleyenlere gelince bunlardan kimisi, dünyada iken verdiği sadakasının gölgesinde gölgelenecektir. Sadakası onun üzerinde bir gölge gibi duracak ve onu güneşin hararetinden koruyacaktır. Kaldı ki bu konuda Allah Resulünden de (as) hadis gelmiştir. İçine daldıkları terleri ise, daha önceki sayfalarda öğrendiğin gibi o da insanların amellerine göre farklılık gösterecektir.
AMELLERİNE GÖRE İNSANLARIN DURUMU
Bir de herkesin dünyada işlediği amele göre olan durumu vardır. Bu da herkesin amel durumuna göre orada görülecektir. Örneğin kâfirler, gözleri kör ve yüzleri siyahlaşmış olarak geleceklerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten görür idim! der. Allah buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun” (Ta-Ha, 20/124–126)
Yine Allah Teala buyuruyor: “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsra, 17/72)
İşte kâfirler bu şekilde yüzleri kapkara olacak olanlardır. Gözleri de kördür. Evet, kâfirlerle münafıkların, ikiyüzlü insanların hali kıyamet gününde bu olacaktır. Bir de tevbe etmeyip de asi olan bir takım kimseler de vardır ki onların da durumlarına göre amellerinin eseri görülecektir.
Kibir ve gurur sahibi olan, büyüklük taslayan kimselerin mahşerdeki durumuna gelince, bunlar adeta karıncadan küçük böcekler halinde olacaklar ve mahşer yeri halkı tarafından ayaklar altında kalacaklar ve üzerlerinden çiğnenin geçilecektir. Böylece aşağılanıp hakarete uğrayacaklardır. Nitekim bunlar hakkında bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor:
“Büyüklük taslayanlar, kıyamet gününde tıpkı küçücük böcekler gibi ayaklar altında kalacaklar ve mahşer yerindeki insanların ayakları altında çiğnenecekler.”
Faiz yiyenler de kıyamet gününde adeta cin çarpmış gibi olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Faiz yiyenler, kabirlerinden, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetlerinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların ‘Alım satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysaki Allah, alım satımı helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2/275)
Herhangi bir ihtiyaçları olmadığı halde sırf keyfi olarak dilenen yüzsüzlere gelince, bunların da yüzlerinde sırf kemikten başka et namıyla bir şey olmayacaktır. Nitekim İbn Ömer’den Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. İbn Ömer diyor ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kişi insanlardan hep dilene dilene sonunda kıyamet gününde mahşer yerine yüzünde bir parça et olmaksızın çıkıp gelecektir.”
Zekâtını vermeyenlere gelince, bunların mahşer yerindeki durumu, zekâtını vermedikleri mallar ile azap göreceklerdir. Verilmeyen zekat ister nakit türünden olsun, ister deve, sığır veya koyun türünden olsun, bunların cezalandırılmaları da bu türden olacaklardır. İnsanlar bekleme yerinde onların hallerine şahit olacaklardır.
Ebu Hureyre’den Buhari, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Zekâtını ödemeyen her büyük servet sahibi zengin kişi, kesin olarak cehennem ateşinde yakılacaktır. Şöyle ki söz konusu hazineler plakalar haline getirilir ve bu plakalarla o kimsenin iki yanları ile alnı süresi elli bin yıl olan bir gün içerisinde, Allah kulları arasında hükmünü verene dek, yakılır. Daha sonra da ya cennete veya cehenneme doğru olarak kendisine yolu gösterilir.”
“Zekâtlarını vermeyen her deve sahibi de muhakkak bir şekilde o develerin kendisini çiğnemeleri için kıyamet gününde geniş ve düz bir alana yatırılır. Develeri olduklarından daha büyük ve iri halleriyle ön ayaklarını yerden keserek sahibinin üzerine basmak suretiyle şahlanarak onu çiğnerler. Sürünün en sonundaki olanı adamın üzerinden geçtikçe sürünün başı da aynı yerden tekrar onu çiğnemeye devam eder. İşte bu şekilde azap ve cezalandırma olayı, süresi elli bin yıl olan bir günde, Allah kulları arasında hükmünü verinceye dek devam eder. Daha sonra o kimseye cennet veya cehenneme doğru gideceği yolu gösterilir.”
“Yine zekâtlarını vermeyen her koyun sahibi de, koyunlarının kendisi çiğnemesi için düz ve geniş bir alanda yüz üstü veya sırt üstü yatırılır. Koyunlar olduklarından daha semiz ve daha güçlü bir şekilde o kimseyi ayaklarıyla çiğnerler. İçlerinde boynuzları büyük ve aynı zamanda aralarında hiçbir boynuzsuz koyun bulunmaksızın o kimseyi boynuzlarıyla da toslarlar. Koyun sürüsünün en sonu o kimsenin üzerinden çiğneyip geçerlerken, sürünün baş tarafı da yeniden azabı tekrarlamaya devam eder. İşte bu azap da süresi elli bin yıl kadar olan bir günde, Allah kulları arasında hükmünü verene dek sürüp gider. Sonra bu kimseye de cennete veya cehenneme giden yolu gösterilir.”
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: ‘İşte bu kendini için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!’” (Tevbe, 9/34–35)
İşte bu anlattıklarımızdan Allah’a ait olan bazı haklar. Onları burada göstermiş olduk.
Bir de kula hakları vardır. Onlara karşı işlenen haksızlıklar vardır. Kul hakkıyla mahşere gelenler o günde, kime karşı haksızlık yapmışlarsa onu sırtlarında taşıyarak üzerinde borç yükü olduğu halde geleceklerdir. Nitekim yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Onlar günahlarını sırtlayarak gelecekler. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!” En’am, 7/31)
Bir diğer ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim emanete, İslam devleti malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahını boynuna asılı olarak gelir.” (Ali İmran, 3/161)
Şimdi de bir diğer ayet, yüce Allah burada şöyle buyurmaktadır: “Yükü, günahı ağır gelen kimse onu taşıması için başkasını çağırsa, bu çağırdığı kimse akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez.” (Fatır, 35/18)
Buhari ile Müslim Ebu Hamid Saidi’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin ederim ki, sizden her kim haksız bir şekilde birinden bir şey alacak olursa, o kıyamet gününde o aldığı şeyi üzerinde taşımak suretiyle Allah’ın huzuruna gelecektir. Eğer haksız bir şekilde aldığı şey bir deve ise, adamın sırtında deve ses çıkararak, aldığı şey bir sığır ise, adam sırtında o sığırı böğüre böğüre taşıyıp mahşer yerine gelecektir, Eğer haksızlık ettiği şey bir koyun ise, adam sırtında koyun meleyerek huzura gelecektir.” Allah Resulü (as) daha sonra koltuk altlarının beyazlığı gözükene dek ellerini havaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Allah’ım! Tebliğ ettim mi?”
Hatta yaptığı haksızlık bir arazi ise, bir toprak ise, kıyamet gününe onu yedi kat toprak olarak sırtında taşıyıp huzura gelecektir.
Buhari ile Müslim Hz. Aişe annemizden rivayet ediyorlar, rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir karış yer kadar bir kimseye haksızlık ederse, kıyamet gününde o toprak yedi kat olarak onun boynuna dolandırılmış bir halde mahşere gelir.”
HANIMLAR ARASINDA ADALET
Yine mahşer yerinde öyle kimseler görürsün ki yarı tarafına inme inmiş gibi, yarı felçli bir haldedir. Bu gibi kimseler ise, birden fazla evli olup eşleri arasında dünyada adalete uymayanlardır.
Sünen sahipleri Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Bir kimse iki evli olup da eşleri arasında adil davranmıyorsa, kıyamet gününe bir tarafı çarpılmış, eğilmiş olarak gelir.”
Tüm bu anlattıklarımız amelleri kötü olanlar ile alakalıdır. Bir de dünyada iken iyi ve güzel amel işleyenler de vardır. Nasıl ki kötü amel işlemiş olanların durumları mahşer yerinde gözler önüne serilecekse, iyi amel işleyenlerin o güzel halleri de elbette bu kimselerin üzerinde orada görülecektir. O toplanma ve bekleme yerinde her amelin bir önemi, bir meziyeti vardır. Nitekim daha önceki sayfalarda geçmişti. Allah için birbirlerini sevenlerin kıyamet gününde nurdan minberler üzerinde, Arşın gölgesinde gölgelenecekleri anlatılmıştı. Hatta dünyada iken verilen bir sadakanın bile orada sahibini sıcaktan koruyup onun üzerinde gölge oluşturduğunu da öğrenmiştik. Sadaka onu hem güneşin hararetinden ve hem de cehennem ateşinden koruyacak, bir kalkan oluşturacaktır.
Buhari, Müslim ve Nesai Adiy b. Hatim’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Sizden her kim yarım hurma ile de olsa eğer cehennem ateşinden korunabiliyor, bir kalkan bulabiliyorsa, hemen bunu yapsın.”
NAMAZ
Namaz ve namazın tesirlerine gelince, o da şöyledir. Namaz kılanlar mahşer yerine yüzleri, elleri ve ayakları nurdan parlar bir vaziyette geleceklerdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Artık dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur açılır.” (Hadid, 57/13)
Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından amellerinin nurları aydınlanıp gider de, ‘ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin’ derler.” (Tahrim, 66/8)
Diğer bir ayette de yüce Mevla şöyle buyuruyor: “Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından, amellerinin nurları aydınlanıp giderken gördüğün günde, onlara: Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.” (Hadid, 57/12)
Nitekim Peygamber’den (as) de sahih olarak gelen rivayette, Peygamber (as): “Namaz nurdur” diye buyurmuştur.
Buhari, Müslim ve Nesai Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları da sekili olarak çağrılacaklardır. Artık kim daha çok bu parlaklığını artırmak isterse, hemen durmasın bunu yapsın.”
Doğrusu bu işaret ve alametler sadece Muhammed ümmetine has olacaktır, diğer peygamberlerin ümmetlerinde böyle bir özellik olmayacaktır.
MÜEZZİNLER
Bir de ezan okuyan müezzinlerin durumu var. Kıyamet gününde müezzinler mahşerde bekleme yerinde boyları diğer insanlara göre en uzun olacak olan kimselerdir. Böylece herkes onların dünyada iken müezzinlik ettiklerini bileceklerdir.
Müslim, Muaviye’den rivayet ediyor. Muaviye demiş ki, Allah Resulü’nün (as) şöyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet gününde müezzinler, boyları en uzun olacak olan kimselerdir.”
Senin de bildiğin gibi işte bu anlattıklarım, kıyamet gününde mahşer yerinde hesap için bekleyenlerin durumlarıyla ilgili görülecek olan olaylardır. Bunların tümü de sahih delilere dayanmaktadır.
HAVUZ
Nitekim kıyamet sahnelerinden kimisi de peygamberlere ait olan havuzlardır. Herkes susuzluktan kırılacak hale gelmişken her peygamberin ümmeti, amellerine göre kendi peygamberinin havuzunun başına geleceklerdir. Hiç şüphesiz bu havuzlar içerisinde en büyük olanı efendimiz, peygamberimiz Muhammed’in havuzudur. Kaldı ki yüce Allah ona bu havuzu vaat etmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“Resulüm! Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik.” (Kevser, 108/1)
Kevser, cennette bir nehrin adıdır, buradan akan su, bu havuza dökülür.
Enes’ten Tirmizi rivayet ediyor. Enes demiş ki, Allah Resulüne (as) “Kevser nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “O cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi. Bunun suyu sütten beyaz ve baldan tatlıdır. Burada öyle kuşlar var ki, boyunları adeta deveboynu gibidir.” Hz. Ömer de: “Bu sözünü ettiğin kuşlar, mutlaka semiz olan kuşlardır” diye sorunca, Allah Resulü (as) şöyle buyurur: “Bunların etlerini yiyenler onlardan daha semizdir.”
Yine Tirmizi, Semure b. Cundeb’ten rivayet ediyor. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Her peygamberin bir havuzu vardır, ümmetleri o havuzun başına gelirler. Peygamber, kendi havuzlarının başına gelenleri dikkate alarak diğerlerine göre kendi havuzuna gelenlerin çokluğuyla övüneceklerdir. Ben, umarım ki o gün diğer peygamberlerin ümmetlerine göre, havuzunun başına en çok kişinin geleceği kimseler, benim ümmetim olacaktır.”
ORUÇ
Dünyada iken oruç tutanların kıyamet gününde durumları ne gelince, bu da şöyle olacaktır. Ağızlarından adeta misk kokusu gibi koku yayılacaktır. Ebu Hureyre’den Buhari ile Müslim rivayet ediyorlar. Demiş ki Ebu Hureyre, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah katında oruçlu kimsenin ağız kokusu, misk kokusundan daha güzeldir.”
Ebu Zer’den Müslim ve Tirmizi rivayet ediyorlar. Diyor ki, Allah Resulüne, “Havuzun su tasları nasıldır?” dedim. Şöyle buyurdu: “Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onun tasları gökteki yıldızlardan v e gezegenlerinden çok daha fazladır. Dikkatinizi çekerim! Onlar mehtapsız ve duru bir gökteki yıldızlar gibi olan cennet taslarıdır. Kim onlardan içerse bir daha susamaz. Cennetten iki oluk havuzun içerisine su akıtır. Havuzun genişliği Amman ile Eyle arasındaki mesafe uzunluğundadır. Suyu, sütten de öte beyazdır ve baldan da tatlıdır.”
Kardeşim, Allah her ikimizi de, bir daha susuzluk çekmemek üzere Peygamberimiz Muhammed’in (as) havuzundan su içmeyi nasip kılsın. Şunu da unutmamak gerekir ki, bu havuzdan ancak İslam şeriatına, efendimiz Muhammed’in (as) yoluna uyanlar su içebileceklerdir. Onun dışından hiçbir kimse buradan su içemeyecektir. Nitekim Buhari ile Müslim’in İbn Mesud’dan rivayetlerine göre, İbn Mesud demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Ben havuz başına sizden önce geleceğim. Sizden kimi kişiler benim yanıma kadar çıkıp geleceklerdir. Ben de tam onlara dönüp kendilerine havuzdan su içirmek üzere iken, melekler hemen onları benden çekip uzaklaştırırlar. Ben de: ‘Rabbim! Onlar benim ashabımdırlar’ derim. Bu arada kendisine denilir ki: ‘Sen, onların enden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun.’ Bunun üzerine ben de: ‘Öyleyse benden sonra dinde değişiklik yapanlar benden uzak durun, bana yaklaşmayın’ derim.”
Bu durum mahşer yerinde hesap için beklerlerken ve bu bekleyişin uzun sürmesi, tahammül gücünün kalmaması üzerine meydana gelecektir. Senin de bildiği gibi bu sıkıntı, bu aşırı sıcaklık ve şiddet, bir de güneşin o yakıcı şiddeti ki bu cehennem ateşinden bir parçadır, devam ederken henüz aralarında Allah hükmünü vermiş, hesapları bitmemiştir.
İşte böyle bir durumda iken onlar, bu defa bir an önce yaratılmışların arasında hükmünü vermesi için Allah katında kendilerine şefaat edebilecek, aracı olabilecek birilerini aramaya koyulurlar. Bu amaçla önce Âdem’e (as), sonra sırasıyla Nuh’a (as), İbrahim’e (as), Musa’ya (as) ve İsa’ya (as) gidecekler, kendileri için Allah katında şefaatçi olmalarını isteyeceklerdir. Ancak bunların hepsi de kendilerince bir takım mazeretler ileri sürecekler ve böyle bir şeyi yapamayacaklarını söylerler. Netice onlardan hiçbiri böyle bir işi yapamayacağını söylemeleri üzerine, bu işin ancak efendimiz Muhammed’in (as) yapabileceğini öğrenmeleri üzerine, hemen efendimiz Muhammed’e (as) gelirler. O da, “evet, bu işi ben yaparım, bu benim işimdir. Bu, yüce Allah’ın bana vermeye söz verdiği makamı Mahmud’dur, övgüye değer en yüce makamdır, der. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.” (İsra, 17/79)
Ebu Hureyre’den Buhari, Müslim ve daha başkaları rivayet ediyorlar. Demiş ki: “Biz, Allah Resulü (as) ile birlikte bir davette idik. Derken sofraya et kondu, ona bir but sunuldu. Allah Resulü (as) bunu çok severdi. Derken bundan bir parçaya yemeye başladı ve şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde ben tüm insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bunun neden böyle olacağını biliyor musunuz? Çünkü: Allah da bütün insanları, öncekilerle sonrakilerin tamamını düz ve geniş bir alanda toplar. Öyle bir alan ki, bakan biri, orada toplananların tamamını görebilecek ve seslenen biri de oradakilerin tümüne sesini duyurabilecek bir yerdir. Diğer taraftan güneş de tüm sıcaklığıyla onların başları üzerine yaklaşacak. İnsanlar, tasalarından, keder ve sıkıntılarından dolayı artık güç ve takatlerinin kalmayacağı, tahammüllerinin biteceği bir noktaya, dayanamaz bir konuma geleceklerdir. İşte tam böyle bir anda insanlar; başınıza gelen bu sıkıntıyı görmüyor musunuz? Siz, Rabbiniz katında size şefaat edebilecek, aracılık yapabilecek birine bakmayacak mısınız? Bu durum karşısında mahşer yerinde toplanmış olanlardan kimisi kimisine; İşte atanız Âdem (as). Ona gidelim, diyecekler. Hemen doğruca ona varacaklar ve kendisine şöyle diyecekler; Ey Âdem, sen beşerin, tüm insanların atasısın, Allah, seni eliyle yarattı. Ruhundan sana üfledi, meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Allah seni cennete yerleştirdi. Rabbin katında bize şefaat etmeyecek misin? Şu anda başımıza gelenleri, şu çektiğimiz sıkıntıyı bilmiyor musun?
Âdem’in (as) şu cevabı verir; Rabbim, bugün öyle bir şekilde gazaplanmış ki, ne bundan önce böyle öfkelendi ve ne de bundan sonra böyle öfkelenecek. Çünkü Allah bana bir ağacı yasakladı, ben ise ona karşı geldim. Bugün ben ancak kendimi düşünüyorum, ben, nefsim, nefsim, nefsim diyorum. İyisi siz benden başkasına, Nuh peygamber’e gidin, der. Onlar da hemen Nuh’a (as) gelirler ve ona: “Sen yeryüzüne gönderilen ilk Resulsün, Allah sana, şükreden kul adını vermiştir. Şu halimizi görmüyor musun? Başımıza gelenleri bilmiyor musun, Rabbin katında bize şefaatte bulunsan olmaz mı?” derler.
Nuh (as) şu cevabı verir: Rabbim bugün öylesine öfkelenmiştir ki, ondan önce ne birisine öfkelendi, ondan sonra da öylesine birine öfkelenmeyecektir. Kaldı ki benim kavmim aleyhinde bir bedduam olmuştu. Ben bugün sadece kendimi düşünüyorum, vah benim halim, vay başıma gelecek olanlara, vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına, İbrahim’e (as) gidin. Onlar da hemen İbrahim Peygambere gelirler ve ona derler ki:
Ey İbrahim, sen yeryüzünde Allah’ın peygamberi ve Halilisin, Rabbin katında bizim için şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuz görmüyor musun?
İbrahim (as) onlara şöyle der: Doğrusu Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye böylesine gazaplanmamıştır. Oysa ben üç kez yalan söyledim. Ben bugün kendi derdimdeyim. Vay başıma geleceklere, vay halime ve vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına, Musa’ya gidin, der. Onlar da hemen Musa Peygambere gelirler ve ona derler ki:
Ey Musa! Sen Allah’ın elçisisin, Allah seni risaletiyle ve insanlara karşı seninle konuşmakla seni üstün kıldı. Rabbin nezdinde bize şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuzu bilmiyor musun? Musa (as) onlara der ki:
Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye öylesine öfkelenmediği gibi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Oysa ben, öldürülmesi konusunda emir almadığım halde birini öldürdüm. Şu anda kendimi, evet kendimi düşünüyorum. Siz benden başkasına, İsa peygambere gidin. Hemen İsa Peygambere giderler ve ona şöyle derler:
Sen Allah’ın Resulüsün ve sen Allah’ın kendisini Meryem’e ilka ettiği kelimesi ve ondan bir ruhsun, insanlarla henüz beşikte iken konuşansın. Şu anda içinde bulunduğumuz hali bilmiyor musun? Rabbin katında bize şefaatçi ol. İsa (as) da onlara şöyle der:
Şüphesiz Rabbim bugün öylesine kızgındır ki, ne bundan önce birine böylesine kızmış ve ne de bundan sonra kızacaktır. Ben bugün sadece kendimi, evet kendimi düşünüyorum, der. Ancak İsa (as) kendisiyle alakalı herhangi bir suçtan söz etmez. Onlara siz benden başkasına, Muhammed’e (as) gidin, der.
Onlar da ona gelirler ve derler ki: “Ey Muhammed! (as) sen Allah’ın resulüsün ve sen peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını da affetmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumuzu bilmiyor musun? Ne olar Rabbin katında bize şefaatçi ol!”
Peygamberimiz (as) diyor ki, işte bunun üzerine ben derhal Arş’ın altına gider, hemen Rabbim için orada secdeye kapanırım, derken Rabbim secdede bana kendisine yapılacak hamdlerin öylesine güzel olanlarını, öylesine övgüleri ilham edecek ki, benden önce hiçbir kimseye açmadığı bir güzelliği açacak ve ben öylece Rabbime yakaracağım. Sonra denecek ki:
Ey Muhammed! Kaldır başını, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır. Ben de başımı kaldıracağım ve şöyle diyeceğim:
Rabbim! Ümmetim! Rabbim! Ümmetimin hali ne olacak! diye şefaat isteğimi dile getiririm. Bu arada şöyle denilir; ey Muhammed! Ümmetin içerisinden hesaba çekilmeyecek olanları al, onları cennetin kapılarından olan sağ kapısından içeri sok. Aslında bu kimseler cennetin diğer kapılarından oradan girecek olanlarla gir hakkını elde etmiş olanlardır.
Daha sonra Peygamber (as) şöyle devam etti: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cennetin kapı kanatlarından ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Himyer arası veya Mekke ile Busra arası kadardır.”
İşte bu, Allah’ın Resulü Muhammed’e (as) vermeyi vaat ettiği Makamı Mahmud, en yüce makamdır. İnsanların önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (as) gelmeyip de diğer peygamberlere teker teker uğramalarının sebebi, Kıyamet gününde Peygamberimizin faziletini ve diğer peygamberler olan üstünlüğünü ortaya koymak içindir.
Sevgili kardeşim ola ki senin aklına şöyle bir soru gelebilir, diyebilirsin ki, acaba kıyamet gününde hiç hesaba çekilmeden doğrudan cennete girecek olanlar kimlerdir? Bunlar ne gibi bir amel işlediler de bu dereceye ulaşabildiler?
Ey kardeşim! Onlar her şeyden önce üzerlerine düşeni yerine getirdikten sonra Allah’a tevekkül eden ve işlerinin sonucunu Allah’a havale eden kimselerdir.
İbn Abbas’tan (ra) Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. Peygamber (as) anlatmış. Kıyamet gününde yüce Allah, onun ümmetinden yetmiş bin kişiyi hiç hesaba çekmeden doğrudan cennete koyacağını vaat etmiştir. Bu arada her yetmiş bin kişiyle birlikte –bir rivayete göre de her bir kişiyle beraber- yetmiş bin kişi daha yer alacaktır. Bunlar cennete hesapsız olarak gireceklerdir. Bunlar Rabbimin avucuyla üç avuç olacaklardır. (Yani sayısız kimseler cennete hesaba çekilmeden gireceklerdir.)” Bunların kimler olduğu sorulunca Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Bunların kendileri efsun ve büyü yapmazlar, başkalarına da yaptırmak istemezler. Teşeum etmeyenler (yani uğursuzluğa inanmayan, şomluğu kabul etmeyenler) ve bir de Rablerine dayanıp tevekkül edenlerdir.”
Önceki sayfalardan da öğrendiğin gibi, insanlar üç sınıf idiler. Bunlardan ilki Sabikun diye anılıyorlardı ki, işte cennete hesapsız olarak girecek olanlar bunlardır. İkinci sınıf veya gurupta yer alanlar ise sağcılardır ki bunlar; kitapları sağ tarafından verilecek olanlardır. Bunlar da mümin kimselerdir. Bunlardan sora gelen sınıf veya gurup ise solcular olup, defterleri sol tarafından verilecek olan kimselerdir. Bunlar da kâfirler ile münafıklardır. Nitekim daha önce bu bilgileri edinmiştin.
Daha sonra mahşer yerinde bulunanların Hz. Muhammed’in (as) şefaati sonucu hesaplarının görülmeye karar verilmesiyle, oradakilerin hesapları çarçabuk görülecektir, çünkü Allah, hesabı en çabuk görendir.
i