CENNET VE NİMETLERİ
Cennet nimet yurdudur. Allah burayı kulları içinden iman edenlerle Allah’ın emri ve yasakları doğrultusunda hareket eden takva sahibi olanlar için hazırlamıştır. Bu, onların dünyada iken samimi iman etmiş olmaları ve salih ameller işlemeleri sebebiyledir. Kendi nefislerini kötü isteklerine direnmeleri, masiyet ve haram olan şeyleri terk etmeleri bakımındandır. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.” (Zuhruf, 43/72)
“Kullarımızdan takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur.” (Meryem, 19/63)
“İyiler kesinkes cennettedir.” (Mutaffifin, 83/22)
“Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve cennetteki ipekleri lütfeder.” (İnsan, 76/12)
Yüce Allah müminleri buna özendiriyor. Bunun için iyi amel işlemelerini teşvikte bulunuyor. Nitekim şanı yüce olan Allah buyuruyor:
“Rabbinizden bir mağfiret; Allah’a ve peygamberine inanalar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid, 57/21)
“Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun.” (Ali İmran, 3/133)
“İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara, 2/82)
“Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.” (Rahman, 55/46)
“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (Naziat, 79/40–41)
Ey kardeşim! Bilmiş ol ki, cennet senin okudukların ver duyduklarının üzerinde bir şeydir. Hatta aklının ve hayalinin kavradığı her şeyin üstünde anlatılamayacak derecede güzellikte olan yerdir. Çünkü bizim tüm düşüncelerimiz, algılamalarımız asla cenneti olduğu gibi ihata edemediği gibi, onu idrak ta edemez, bilemez. Çünkü bizler sadece dünyada bize süs, ziynet ve eşya olarak verilen ölçü ve miktar ne ise, algılamamız da o orandadır. Çünkü bizim şuur ve his bakımından idraki kavrama ve anlayış kapasitemiz oldukça kısırdır, dışımızda, fizik ötesinde olan şeylerin gerçek manada, hakikatlerini anlamamız mümkün değildir. Kur’an ve Sünnette anlatılanlara, cennetteki yapılara, saray ve köşklere, buradaki gençlere, altın ve gümüşlere, nehir ve ağaçlara, meyvelerine ait verdiği bilgilere gelince, bunların hiçbiri asla dünyadakiler gibi değildirler. Ne cinsleri bakımından ve ne de benzerlikleri açısından. Bunların dünyadaki şeylerle ortak noktaları sadece isimlerinin benzerliğinden ibarettir. Nitekim İbn Abbas,
“Bu rızıklar onlara bazı yönlerden dünyadakine benzer olarak verilmiştir.” (Bakara, 2/1) Mealindeki bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak diyor ki: “Cennette var olan şeylerin dünyadaki şeylere benzerliği sadece isimden ibarettir, başka değil.”
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Dediğine göre Allah Resulü n(as) şöyle buyurmuştur: “ Yüce Allah buyurdu ki: Salih olan kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın gönlünden bile geçmediği şeyler hazırladım.” Ravi diyor ki İsterseniz şu ayeti okuyun.
“Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde, 32/17)
Bilmelisin ki, cennet de bir tek cennet değildir. Dört cennet vardır dendiği gibi, sekiz cennet vardır diye de söylenmiştir. Ancak cennetler arasında nimet ve dereceler bakımından üstünlükler vardır. Yüce Allah buyuruyor ki:
“… Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsra, 17/21)
Kaldı ki bir tek cennette bile içindeki evler ve saraylar, konaklar bakımından bile derece farklılıkları vardır.
Ubade b. Samit’ten Tirmizi rivayet ediyor. Ubade diyor ki Allah resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennette yüz derece fark vardır. Her bir derece arasındaki farklılık ise gök ile yer arası kadardır. Bunların içinden Firdevs cenneti en üstün olanıdır. İşte buradan dört cennetin ırmakları akar durur, bunun üstünde de Arş bulunmaktadır. Allah’tan bir şey istediğinizde Ondan Firdevs cennetini isteyin.”
Buhari ve Müslim Sehl b. Sa’d’dan rivayet ediyorlar. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Gökteki yıldızı nasıl görüyorsanız, cennette yüksek köşklerde yaşayanları aynen öyle göreceksiniz.”
Bir rivayete göre Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer de oraya gireceklerdendir ve orası ne güzel yerdir. İşte cennette de herkesin yeri, konumu ve derecesi dünyadaki amelleriyle orantılı olacaktır.
Cennetlerin en üstünü ve yücesi Firdevs cennetidir. Bundan sonra ise sırasıyla Adn, Huld, Me’va adlı cennetler gelir. İşte sözünü ettiğimiz dört cennet bunlardır. Kaldı ki yüce Allah Rahman suresinde bunu ve bunlar arasında var olanları, aralarındaki derece farklarını açıklamıştır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.” (Rahman, 55/46)
Yüce Allah bu ikisinde bulunan nehirleri, meyveleri, yatakları, hurileri de anlatıyor ve daha sonra şöyle buyuruyor: “Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.” (Rahman, 55/62)
Nitekim bu ikisi hakkında da özelliklerinden söz edilmektedir ki yeri geldiğinde bunu da öğreneceksin.
Buhari, Müslim ve Tirmizi Ebu Musa Eş’ari’den rivayet ediyorlar. Ebu Musa demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “İki cennet var ki içindeki kapları ve her şeyi olmak üzere hepsi gümüştendir. İki cennette var ki bunun da kapları ve içindeki her şeyi altındandır. Adn cennetindeki cennet ehli ile bunların Rablerine bakışları arasında Allah’ın yüzünde Kibriya ridasından, perdesinden başka bir şey bulunmayacaktır.”
Cennetin sekiz kapısı bulunmaktadır. Senin de öğrendiğin gibi Bir kapısı sadece bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’in (as) ümmetine aittir. Diğer ümmetlere ait olan kapılardan da girişte Muhammed ümmeti ortaktırlar. İşte sözünü ettiğimiz bu kapıların durumuna gelince, bunlardan birisi sadece salih amel işlemiş olanların içinden giriş yapacakları kapıdır. Bir kapı da var ki oradan sadece namaz kılanlar gireceklerdir. Başkası o kapıdan içeri giremeyecektir. Bu kapıya namaz kapısı denir. Bir kapı da yalnızca oruç tutanlara hastır. Buraya Reyyan kapısı adı verilir. Oruç tutmuş olanlardan başkası giremez bu kapıdan içeri. Sadaka kapısı, ana ve babaya iyilik yapanların kapısı, akrabasıyla bağlarını kesmeyenlerin, sılayı rahim kapısı, ihsan kapısı, ufak çocukları sevindirenlerin kapısı. Kısaca her salih amel için özel bir kapı vardır. Kim de tüm bu amellerin sahibiyse, o kimse tüm bu kapılardan çağrılır. Hangisini isterse oradan içeri girme hakkına sahiptir.
Gelen rivayetlere göre Allah Resulü (as) cennet kapılarını anlatmış ve buraya kimlerin girebileceklerini ve hangi ameli işlemeleri durumunda girecek olanları açıklamıştır. Bu sırada Ebu Bekir (ra); ey Allah’ın Resulü! Sözünü ettiğin tüm kapılardan çağırılacak olan bir kimse var mıdır? Diye sorması üzerine, Peygamber (as) evet, ey Ebu Bekir sen de onlardansın” diye buyurmuştur.
Müslim ve Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. Ömer b. Hattab demiş ki, Resulüllah (as) şöyle buyurdu:
“Herhangi biriniz abdest alır ve bunu güzelce tamamlarsa, sonra da: “Eşhedu en la ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh ve enne Muhammeden abduhu ve Resuluh= Şehadet ederim ki bir tek olan Allah’tan başka ilah yoktur ve onun ortağı da yoktur. Muhammed onun kulu ve elçisidir, derse kendisi için cennetin sekiz kapısının sekizi de açılır, hangisini isterse o kapıdan içeri girsin.”
Cennet nimetlerine gelince, burada insanın gönlünün çektiği, canının arzuladığı her türlü nimet vardır. İşte sana Kur’an ve sahih Sünnetten bunun açıklamasını sunayım.
Birinci olarak cennetin yerinden ve toprağından söz edelim.
Cennet arazisi ve toprağı bizim dünyadaki arazimize ve toprağımıza benzemez. Çünkü cennetin toprağı zaferandandır, onun çakılları ise incidendir. Onun harcı, sıvası ve çamuru da misktendir.
Tirmizi Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulüne, “şu varlıklar hangi şeyden yaratıldı?” diye sordum. Allah Resulü, “Sudan yaratılmışlardır” buyurdu. Bu defa ben, “Ya cennet ve cennetin binaları, yapıları neden yaratıldı?” dedim. Allah Resulü (as), “Bir tuğlası gümüşten, bir tuğlası da altından, harcı ve sıvası da izfir-miskten, çakılları inci ve yakuttan, toprağı zaferandan yaratılmıştır. Buraya giren artık umutsuzluk ve hüzün çekmez, fakirlik ve yoksulluk görmez, ölmemek üzere orada ebedi kalır. Giysileri asla eskimez, gençliğinden hiçbir şey kaybetmez.”
İkinci olarak cennetin ırmakları: Şüphesiz cennette dört ırmak akar. Bunlar Firdevs cennetinden doğarlar ve diğer dört cennetten geçerler. Bu nehirlerden birinde sadece su akar, diğer birinde yalnızca süt akar, üçüncüsünden ise şarap akar ve dördüncüsünden da sadece süzme saf bal akar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele!”(Bakara, 2/25)
Allah Teala bu nehirleri açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır: “Muttakilere vadolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır.” (Muhammed, 47/15)
Bilmelisin ki cennet suyu dünyadaki suya asla benzemez. Çünkü dünyadaki su, bekleyince ve bir yerde durunca tadı ve rengi uzun bir süre beklemesi sebebiyle değişir. Oysa cennet suyu bir yerde ne kadar beklerse beklesin ve süre ne kadar uzarsa uzasın hiçbir zaman değişime uğramayacağı gibi, tadı ve lezzeti daha da artar. Cennet suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır. Cennet sütü de dünyadaki sütten farklıdır. Çünkü dünyadaki sütü yüce Allah, hayvanların karınlarındaki fışkı ile kan arasından çıkarır. Bu süt fazla bekletilince ekşir ve kokar. Ancak cennet sütü böyle değildir. O akan bir nehir olup, bu süt ne kadar beklerse beklesin hiç bozulmaz ve asla kokuşmaz, durdukça lezzeti ve tadı artar. Cennet şarabı öyledir. O dünyadaki şaraba hiç benzemez. Çünkü dünya şarabı kimi meyvelerden ve ekşimeye yüz tutan bitkilerden, tohumlardan yapılır. Bir kimse bundan içince akli dengesi bir an bozulur ve kusmaya başlar, şiddetli başağrısıyla karşı karşıya kalır. Hâlbuki cennetteki şarap öyle değildir. O bir nehirden akar, bu şarap kimi meyvelerin ekşimeye ve bozulmaya, kısaca mayalanmaya bırakılmasıyla üretilmez. İçenini baş ağrısına müptela etmez, kusmaz, aklı başından almaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Çevrelerinde, hizmet için ölümsüz gençler dolaşır, Maiyn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.” (Vakıa, 56/17–19)
Cennetteki bal da öyledir. Asla dünyadaki bala benzemez. Çünkü dünyadaki balı arılar bitkilerden topladıkları özlerden oluşturuyorlar. Oysa cennetteki bal, bir nehir olarak akmaktadır ve içinde balmumu da yoktur, saf süzmedir. İşte sana cennet nehirleri. Cennet ehli bunlardan içeceklerdir.
Üçüncüsü de cennetteki saraylar, köşkler ve evlerdir. Önceki sayfalarda okuyup öğrenmiştin. Dört cennet bulunmaktaydı. Bunlardan iki cennetin durumlarını ve oradaki köşk ve sarayları Allah zikretmektedir. Allah Teala buyuruyor ki:
“Fakat Rabbinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah, verdiği sözden caymaz.” (Zümer, 39/20)
“İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.” (Furkan, 25/75)
Doğrusu daha önceden de öğrendiğin gibi cennet sarayları, köşkleri altından ve gümüşten inşa olunmuşlardır. Yoksa dünyada olduğu gibi çamurdan, taştan, tuğla ve kerpiçten yapılmış değildir. Allah Teala buyuruyor ki:
“Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah’ın şanı yücedir.” (Furkan, 25/10)
Diğer iki cennete gelince Allah Teala onlardan da söz etmekte ve oradaki yapıların çadırlardan oluştuğunu bildirmektedir. Yüce Allah önceki iki cennet hakkında açıklama yaptıktan sonra, diğer ikisi için de devamımda şöyle buyurmaktadır:
“Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.” (Rahman, 55/62)
Nihayetinde şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş huriler vardır.” (Rahman, 55/72)
Buradaki otağ veya çadırlar, dünyada olduğu gibi, kıldan, yünden veya pamuktan yapılmış değildir. Hayır, kardeşim dünyadaki gibi değildir. Aksine cennet otağları inciden, yakut ve zebercetten yapılmıştır.
Buhari, Müslime ve Tirmizi Ebu Musa Eş’ari’den rivayet ediyorlar. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennette içi oyulmuş inciden imal edilmiş çadırlar var ki, genişliği altmış mil mesafe kadardır. Çadırın her bir köşesinde kalan aile bireyleri, çadırın olabildiğince genişliği sebebiyle diğer köşelerde kalanları göremezler. Mümin kişi o ailelerini ziyaret eder durur.”
Tirmizi Ebu Said Hudri’den rivayet ediyor, demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Cennet ehlinden makam itibariyle konumu en düşük olanın hizmetinde seksen bin hizmetçisi vardır, yetmiş iki eşi-hanımı olacaktır. Kendisi adına inci, zebercet ve yakuttan bir kubbe dikilecektir. Aralığı Cabiye ile Sana arası kadardır.”
İşte bu anlattıklarımız cennetin evleri ve saraylarıdır.
Dördüncü olarak da cennetin yatakları ve kapları konusudur. Cennet yatakları ipektendir ve ipekle içi doldurulmuştur. Bu yataklar da altın işlemeli karyolalara kurulmuştur. Allah Teala buyuruyor:
“Hepsi de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar.” (Rahman, 55/54)
“Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedir, karşılıklı olarak oturup yaslanırlar.” (Vakıa, 56/15–16)
Nitekim içinde kaldıkları odaların ve sarayların zemin döşemeleri de ipek halılarla dayalı döşelidir. Etrafında da sıra halinde dizilmiş işlemeli yastıklar vardır.
Yüce Allah buyuruyor ki: “O cennette devamlı akan pınar, orada yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır.”(Ğaşiye, 88/12–16)
Bu anlattıklarımız cennet sergileri ve yataklarıyla alakalıdır. Bir de cennetteki kullanılan kap-kacak vardır. Buradaki çanak, çömlek, kadehler, testiler ve kâseler de altındandır. Bu şeyler Firdevs ve Adn cennetine göre olan şeylerdir. Bir de Huld ve Me’va cennetleri var ki bunların da eşyası, kapları gümüştendir. Nitekim bununla ilgili bilgiler Ebu Musa Eş’ari hadisinden öğrenmiştik. Bu hadisi Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmişlerdi. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Onlara altın tespihler ve kadehler dolaştırılır.” (Zuhruf, 43/71)
“Yanlarında, gümüş kaplar ve billur kâselerle, gümüş beyazlığında billur gibi şeffaf kupalarla dolaştırılır ki, sakiler bu cennet şarabını ölçüsünce tayin ve takdir ederler.” (İnsan, 76/15–16)
Beşinci olarak da cennet kadınlarıdır. Aslında mümin kişinin cennette dünya kadınlarından iki eşi olacaktır. Hurilerden ise, ameline göre değerlendirilecektir. Ola ki sen, “dünya kadınlarından bana ne, çünkü onlar içerisinde kötü huylu ve yaratılışlı olanları vardır” gibisinden bir şeyler söylemeye kalkışabilirsin veya seni rahatsız etmiş olan dünyadaki iki komanın durumlarını göz önünde bulundurarak böyle bir şeye gönülsüz olabilirsin ama mesele senin sandığın gibi değil kardeşim! Çünkü cennet ile dünya kıyaslanamaz. Unutma ki Müslüman kadınlar cennette güzellik ve huy bakımından hurilerden çok daha üstün olacaklardır. Öyle ki huriler onların yanında ancak hizmetçi gibi kalırlar. Aralarında haset, kin, düşmanlık ve nefret yoktur. Aksine kardeşlik ve karşılıklı sevgi vardır. Nitekim Allah Teala buyuruyor:
“Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.” (Hicr, 15/47)
Şunu da bilmelisin ki, cennet ehlinin kadınları tertemizdirler. Bu kadınlar ister Müslüman kadınlar olsun, ister huriler olsun fark etmez, hepsi de tertemizdirler. Küçük ve büyük abdest yok, aybaşı ve loğusa durumu yok, doğum yok, hepsi de kızdırlar. Kocaları her ne zaman yanlarına varsa, onları hep kız olarak bulacaklardır. Kaldı ki Allah Teala gelecek olan ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedi kalıcıdır.” (Bakara, 2/25)
“Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır. Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır.” (Saffat, 37/48-49)
“Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.” (Rahman, 55/56) “Sanki onlar yakut ve mercandırlar.” (Rahman, 55/58)
“Gerçekten biz hurileri apayrı biçimde yeni yarattık. Onları, eşlerine düşkün ve yaşıt bakireler kıldık.” (Vakıa, 56/35–37)
Yani hepsinin de yaşları otuz olacak ve hepsi de evlenme çağında, evliliğe istekli olacaklar. Allah Teala buyuruyor:
“Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar.” (Nebe, 78/33)
Bu nasıl bir sunuş, bu nasıl bir özendirme ve teşvik, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar!
Bak hele kardeşim! Eğer bir adam veya bir genç evlenmek istese, birileri de ona oldukça güzellikte güzel, ahlakta ve terbiyede üstün değerde olan bir kızın varlığından haber verse, onun güzelliklerini, özelliklerini bir bir saysa ve o kızı ona sevdirmesi için elinden geleni yapsa bu kimse nasıl davranır? Kendisi hakkında bilgi verilen bu kızı, evlenmek isteyen kişi görmek için acele etmez mi, bir an önce onu görsün istemez mi? Dolayısıyla o kişi, böyle özellikleri bulunan bu kızı görebilmek uğruna elinde avucunda olan şeyleri vermez mi hiç? Hatta öyle ki ona karşı olan sevgisi uğruna canını bile çoğu kez fedaya hazırdır.
İşte böyle bir haberi veren zat âlemlerin Rabbi Allah’tır ve O haber verenlerin en doğru haber verenidir. Allah bize hurilerden ve onların özelliklerinden, güzelliklerinden söz ediyor. Yani iri gözlü, ela bakışlı, sütbeyaz varlıklar olan huriler. Bu özellikleriyle, güzellikleri Allah onları bize sevdiriyor ve tanıtıyor. Böyle olunca bizler onlara doğru bir eğilim göstermez miyiz hiç! Dolayısıyla onları elde edebilmek ve onlarla evlenmek için elimizden ne gelirse o manada amel işlememiz gerekmez mi?
O halde onlara talip olan var mı? Onları arzulayan var mı? Eğer sen onlara talip ve istekli isen, o halde şimdiden onların mehirlerini kendilerine öde, önceden gönder. Onların mehirleri; Allah’a iman, iyi ve güzel işler yapmak, salih amel işlemek, Allah’ın haram kıldığı şeylerden de uzak durmak ile mümkündür. Sakın ola ki şu bedeviye benzemeyesin. Bedevi Allah Resulü’nün mescidine gelir ve orada hafiften bir namaz kılar ama tavuğun yem topladığı gibi yapar. Sonra da ellerini açıp şöyle yakarır:
“Allah’ım! Beni iri gözlü hurilerle evlendir.” Hz. Peygamber (as) ona: “Sen güzel bir istekte bulundun, dünürcülüğün iyi oldu ama sen mehrini vermede kötü davrandın” der.
Ey kardeşim! Şimdi sana şu hadisi şerifi sunuyorum, ola ki bu senin sevgini arttırır. Tirmizi, Enes b. Malik’ten (ra) rivayet ediyor. Enes diyor ki, Allah resulü (as) şöyle buyurdular:
“Eğer cennet ehlinden olan bir kadın şöyle bir dönüp yeryüzüne bakabilseydi, böylece o yer ile gök veya doğu ile batı arasını aydınlığa boğardı ve yine yer ile gök veya doğu ile batı arasını en güzel kokularla doldururdu. Doğrusu o kadının başını örten başörtüsü dünyadan da ve dünyada var olan şeylerden de daha değerlidir.”
Ey kardeşim! Eğer cennet kadının sadece başını örten başörtüsü bile dünya ve dünyada var olan her şeyden değerliyse, bunun ötesinde olanlar hakkında ne daha söyleyebilirsin ki? Ve kokusu dünyayı ve içindekileri dolduracak olan güzel kokusu hakkında ne düşünebilirsin! Doğrusu böylesi kadınlara sahip olacak olanlara ne büyük mutluluk!
Allah’ım! Onların eşleri olabilmemiz için bize salih ameller işlemeyi nasip eyle ve bizi buna muvaffak eyle! Ey merhametlilerin en merhametlisi Rabbim! Bizi böyle ameller işlemeye muvaffak eyle!
Ey kardeşim şunu da bilmelisin ki, cennettekiler, yüzlerini nasıl olduğunu görmek için herhangi bir aynaya bakma gereği duymayacaklardır. Çünkü onlar kendilerini hanımlarının sinelerinde veya onların yüzlerinde göreceklerdir. Bu açıdan ayrıca bir aynaya gerek olmayacaktır. Hatta dahasını da söylememi ister misin? Kişi cennette eşinin kemikleri içindeki iliğini, tıpkı billur kadehte gözüken süt misali öylece göreceklerdir. Mademki kalem cennet kadınlarından ve onların güzelliklerinden söz ediyor, öyleyse ben de sana, onlara karşı ünsiyet kazanasın, cennete ve oradaki kadınlara özlem duyasın diye sana şu hikayeyi anlatayım da, bir gör.
Anlatıldığına göre Abdulvahid b. Zeyd adında bir Müslüman komutan askerlerine cihaddan, cihadın öneminden ve Allah yolunda şehit olmaktan söz eder ve bu arada yüce Rabbimizin şu ayetini de okur:
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürülürler ve ölürler.” (Tevbe, 9/111)
İşte bu sırada askerler arasından Said adında biri ayağa kalkar ve komuta der ki: “Ey komutanım! Her şeyden münezzeh olan yüce Allah bizden canımız ve malımız karşılığında bize cenneti mi satıyor?” diye sorar. Komutan da, “evet” der. Bu delikanlı komutanına: “Öyleyse ben cennet karşılığında canımı ve malımı ortaya koyduğuma seni tanık tutuyorum” der.
Komutanı Abdulvahid askerine der ki: “Doğrusu sen henüz gepegenç bir delikanlısın. Endişem o ki, sen böyle bir alışverişi yerine getirmede güç yetiremeyebilirsin.” Ancak delikanlı: “Aksine ben bunu yapabilecek güçteyim, buna şahit ol. Çünkü ben canımı ve malımı karşılığında cennet almak üzere Allah’a sattım” der. Komutanı da dönüp kendinse: “Bu, oldukça karlı bir alışveriştir” der ve onun başarılı olması için dua eder.
Savaş Bizanslılara karşı yapılıyordu. Said adındaki bu delikanlı gitti ve ne malı varsa hepsini Allah yolunda harcadı. Kendisi için sadece cihad için gerekli olan bir at, bir zırh ve silah bıraktı, kalanını Allah yolunda dağıttı.
Abdulvahid komutasında Bizans’a karşı savaşmak üzere ordu hazırlandı. Said orduya gerekli yardımı yaptı ve kendisi de savaş hazırlığına yaparak orduya katıldı. Henüz düşman ile karşılaşmadan birkaç saat önce, ordu dinlenmeye çekilmiş ve bu arada düşmanla karşılaşmanın da hazırlığını yapıyorlardı. Said de dinlenmeye çekilmiş, uykuya varmıştı. Bu sırada yakınında askerlerden de bir arkadaşı bulunuyordu. Arkadaşı bakar ki Said uykusunda konuşuyor, elini bir yerlere doğru uzatıyor, sonra geri çekiyor. Arkadaşı Sait’in rüya gördüğünü anlar, ancak onu uykusundan uyandırmaz.
Neden sonra Said uyanınca, arkadaşı kendinse, “Sen rüyanda ne gördün?” diye sorar ve “gördüğüm ve işittiğim kadarıyla sen uykuda iken konuşuyordun ve elini uzatıp duruyordun” der. Said arkadaşına, “bir şey görmedim” dese de, arkadaşı söylemesi için ısrar eder. Bunun üzerine Said arkadaşına: “Gördüğüm rüyayı ben ölene dek kimseye söylememek üzere bana söz verecek olursan, ben de sana rüyamı anlatırım” der. Arkadaşı da, Said’e, rüyasını o ölene dek kimseye söylemeyeceğine dair söz verdi. Bunun üzerine Said rüyasını anlatmaya başlar ve der ki:
—Kendimi cennette imişim gibi gördüm. Derken sudan bir nehrin başında kendimi buldum. Burada huriler ve gençler vardı. Onlar beni gördüklerinde hoş geldin Safalar getirdin ey hoşnut kılınan Aynanın Beyi, dediler. Ben de, “Hoşnut kılınan Ayna aranızda mı?” diye sordum. Onlar, “hayır, keşke biz onun hizmetinde olanlardan olsaydık, sen hele ilerle” dediler. Ben de ilerlemeye devam ettim, derken sütten bir nehrin başına geldim, bir de gördüm ki burada sadece su nehri olan nehrin başında gördüklerimden çok daha güzel huriler ve gençler bulunuyordu. Bir de baktım ki onlar da beni karşılıyorlar ve bana: “hoş geldin, Safalar getirdin, ey memnun kılınmış Ayna’nın eşi!” dediler. Ben de onlara, “Memnun kılınmış olan Ayna aranızda mı?” diye sordum. Onlar, “Hayır, keşke bizler onun hizmetinde olanlardan olsaydık, ilerle” dediler. Ben onlardan d bunu duyunca bu defa onu görmek için daha çok özlem duymaya başladım. Derken bu defa şaraptan bir nehrin başına geldik. Bir de ne göreyim bu nehrin başında da süt nehrinin başında olanlardan daha güzel olan huriler ve gençler bulunmaktadırlar. Baktım ki onlar da beni karşılayıp bana: “Hoş geldin, Safalar getirdin, ey mutlu kılınan Ayna’nın eşi!” dediler. Ben kendilerine, “Ayna aranızda mı?” diye sordum, onlar, “hayır, keşke biz ona hizmet edenlerden olsaydık, sen ilerle hele” dediler. Ben de ilerlemeye devam ettim. Nihayet baldan bir nehre geldik. Bu nehrin de başında şarap nehrinin başında olanlardan çok daha güzel huriler ve gençler vardı. Derken bu sırada birinin: “Ey Ayna! Müjdeler olsun sana, işte kocan geldi!” dediğini işittim. Derken Ayna sarayın kapısına geldi, gülümseyerek ve bana hoş geldin diyerek beni karşıladı. Birlikte saraya geçtik. Altından bir koltuğa oturduk. Ona baktığımda, güzelliğine vuruldum, onu kucaklayıp bağrıma basmak ve öpmek üzere elimi uzattım. Ancak bana dedi ki, şimdilik benden uzak dur. Çünkü sen halen dünyadasın. Ancak ben ona, “ben dünyayı istemiyorum ki” dedim. Ancak o yine bana: “Sen halen dünyadasın” dedi, ben de bıraktım. Ancak ben onun güzelliğine öylesine vurulmuşum ki, onu kucaklamak için ikinci kez tekrar elimi uzattım. Bu defa bana dedi ki: “Benden uzak dur, ben, sen henüz dünyadasın, diye seni uyarmadım mı?” dedi. Bu defa ben ona: “Ben dünyadan ne zaman ayrılacağım?” diye sordum. O da bana: “Allah izin verirse akşama iftarını bizimle açacaksın” dedi. Çünkü kendisi oruç tutuyordu. İşte bu sırada uyanıverdim. Gördüğüm rüya bu idi. Allah izin verirse İnşaallahu ben bugün iftarımı orada, onun yanında açacağım, dedi.
Artık bundan sonra Müslümanlar ile Rumlar arasında savaş kızıştı. Said büyük bir yararlılık gösterdi, akşama kadar yılmaksızın, göksünü gelen oklara hedef tutarak savaşmayı sürdürdü. Çünkü o şehit olmayı, bu uğurda ölmeyi istiyordu. Onun bu derece fedakârca savaşmasını gören arkadaşları ona imreniyorlardı. Cesurca öne atılıyor ve ölümden hiç korkmuyordu. Derken savaşın durmasına az kala ölümcül bir darbe aldı. Arkadaşları hemen onu aldılar. Bu sırada savaş da durmuştu. Rüyasını anlattığı arkadaşı durumu öğrenince hemen oraya koştu, baktı ki arkadaşı Said can çekişiyor. Arkadaşı Said’e, “Ey Said mutlu Ayna ile seni tebrik ederim” diye seslenince, diğer asker arkadaşları ona: “Kimdir ve nedir bu mutlu Ayna?” diye sordular. Arkadaşı Sait’in gördüğü rüyayı anlatmak isteyince, Said, dönüp arkadaşına baktı, dudak hareketleriyle ona, verdiği sözü hatırlattı. Arkadaşı da, Said ruhunu teslim edene dek, onun gördüğü rüyayı kimseye anlatmadı.
Ey kardeşim! İşte samimi iman budur. İşte samimi olarak cenneti ve hurileri istemek budur. Kaldı ki Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete giriniz.” (Zuhruf, 43/70)
Ey kardeşim! İşte bundan dolayı ola ki sen bu dünyada güzel seslilerden insanı kendinden geçiren şarkılar dinlemek istersin. Ve sen kendi kendine, “acaba cennette de insanın aklını başından alan şarkı var mıdır?” diye sorabilirsin.
Ey kardeşim! Orada öyle şarkılar ve sesler var ki şu yaratılmışlar âleminde o kadar güzeli ve manidarı duyulup görülememiştir. Eğer bu sesleri dünyadakiler işitmiş olsalardı, sevinç ve mutluluklarından kendilerinden geçerlerdi. Doğrusu orada bu şarkıları söyleyenler ise iri gözlü hurilerden başkası da değildir. Tirmizi Hz. Ali’den (ra) rivayet ediyor. Hz. Ali demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Aslında cennette hurilerin bir araya gelip toplandıkları yerleri vardır. Burada birlikte öyle şarkılar söylerler ki, yaratılmışlar arasında onun benzeri sesler işitilmiş değildir. Onlar şöyle derler: Biz artık ölümsüsüz, yok olup gidecek değiliz asla. Bizler yumuşak huyluyuz asla serleşmeyiz. Bizler memnun kalmış olanlarız, hiç kızmayız. Doğrusu ne mutlu bizim olanlara ve ne mutlu bize ki, biz de onun içiniz.”
Altıncısı da cennetteki hizmetçiler ve gençler: Yüce Allah, cennet ehlinin hizmetçileri olan gılmanı yani gençleri tanıtırken, onlar için şu ifadeyi söylüyor. Kabuğunda saklı inci gibi gençler… Yüce Allah buyuruyor ki:
“O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.” (Tur, 52/19)
Allah Teala, onları güzellikleri ve üstünlükleri sebebiyle onları bize tanıtıyor. Anlatıldığına göre, henüz bebek iken, ergenlik çağına gelmeden müşriklerin ölen çocukları cennette cennet ehlinin hizmetinde çalışacaklardır.
Unutma ki, cennet ehlinin emrinde ve hizmetinde bulunan bu genç nedimler, orada ücret karşılığında çalışan ücretliler değil, aksine onlara aittir ve onların mülkleridir. Cennet ehlinin en alt derecesinde olan bir kimsenin hizmetinde önceki sayfalarda da geçtiği gibi seksen bin genç nedim çalışacaktır. Çünkü Ebu Said Hudri’den Tirmizi tarafından rivayet olunan hadiste buna değinilmişti. Kaldı ki Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dolaşırlar.” (Tur, 52/24)
Bu gençler sadece cennet ehline hizmet için görev yaparlar. Bunların görevleri ise, cennet ehline yiyecek ve içecek getirip götürmektir, başka değil. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Onlara altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: Siz orada ebedi kalacaksınız, denilir.” (Zuhruf, 43/71)
“Çevrelerinde, hizmet için ölümsüz gençler dolaşır, Maiyn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. Onlara beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, saklı inciler gibi, iri gözlü huriler, yaptıklarına karşılık olarak verilir.” (Vakıa, 56/17–24)
Yedincisi de cennetteki yiyecek ve içecekler konusudur. Cennet ehlinin cennette yiyecekleri şeyler konusunu yüce Allah zikretmiştir. Bu yiyeceklerin et ve meyvelerden oluştuğunu anlatıyor. Aslında bu iki çeşit yiyecek cennet yiyeceklerinin en lezzetlileridir. Yine Allah Teala, cennet ehlinin yedikleri etler, etlerin en lezzetli olan türüdür. Bu et, kuş etidir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Onlara beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri vardır.” (Vakıa, 56/20–21)
“Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.” (Tur, 52/22)
Yine bilesin ki bu yiyecek maddeleri bitip tükenmeyecektir. Cennet ehlinin bu yiyeceklerden ne zaman canı yemek isterse, hemen dünyadaki meyvelerin, sebzelerin ve yiyeceklerine hiçbirine benzemeksizin önlerine konulur. Çünkü bilindiği gibi dünyada iken yaz mevsiminde yetişen ürünler kış mevsiminde bulunamazlar, kış mevsiminde bulunanlar ise yaz mevsiminde ele geçmezler. Oysa cennette böyle bir mevsim ayırımı yoktur. Her an her mevsime ait yiyecekler vardır. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler.” (Vakıa, 56/32-33)
Kim onu burada bu nimetlerden menedebilir ki? Çünkü bütün bunlar Allah’ın mülküdürler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar: Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler.” (Zümer, 39/74)
Bilesin ki cennette her çeşit meyve ve sebze vardır. Kısaca önceden bildiklerin de hiç bilmediklerin de orada vardır. Bunları alıp getirmek için herhangi bir sepete, seleye, fileye gerek olmadığı gibi, gidip yerinden, bağ ve bahçeden koparıp getirmeye de gerek olmaz. Çünkü cennet ürünleri dalından oturduğun yerde üzerine doğru sarkmış bir halde olacaktır. Kişi yatıp uzandığı yerden zahmetsizce onlardan alıp yiyecektir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Hepsi de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar. İki cennetin de meyvesinin devşirilmesi yakındır.” (Rahman, 55/54)
Peygamber (as) şöyle buyuruyor: “O meyvelere ayakta olan da, oturan da ve yan üzeri uzanıp yatmış olanda yetişir.” Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Cennet ağaçlarının gölgeleri, üzerlerine sarkar, kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.” (İnsan, 76/14)
“Meyveleri sarkmış olarak…” (Hakka, 69/23)
Yine unutma ki cennet ağaçları, dünya ağaçlarına benzemezler. Çünkü dünyadaki ağaçların kökleri toprakta, dalları ise havadadır. Cennet ağaçları dünyadakilerin tam tersinedir. Çünkü bunların kökleri havada, dalları ise aşağıya doğru sarkık vaziyettedir. Cennet ağaçlarının sadece bir tanesinin gölgesinde binitli olarak bir kişi yüz yıl yürü de yine sonuna ulaşamaz. O gölge öylece sürüp gider.
Tirmizi Enes’ten rivayet ediyor. Enes’in söylediğine göre Resulüllah (as) şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu cennette öyle bir ağaç var ki, binitli bir kimse onun gölgesinde tam yüz yıl yola devam eder de, yine onun gölgesi bitmez.” Allah Resulü (as) isterseniz: “Uzamış gölgeler, … içindedirler.” (Vakıa, 56/30) ayetini okuyun buyurdu.
Belki sen diyebilirsin ki, eğer sadece bir tek ağacın gölgesinde bir binici gölge sona ermeksizin tam yüzyıl devam edecektir. Bu durumda bu kişi cennetin tüm ağaçlarının meyvelerinden nasıl yiyebilecek, buna nasıl güç yetirebilecek ki?
Kardeşim! Bilmelisin ki, cennet ağaçları adeta birbiriyle sarmaş dolaş olmuş gibi iç içedirler. Dolayısıyla verdikleri tüm ürünler senin yanıbaşında veya başının üzerinde olacaktır. Allah Teala şöyle buyuruyor: “İki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.” (Rahman, 55/48) Yani ağaçları birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş olarak, demektir.
Sekizincisi de cennetteki giysiler ve süslerdir.
Aslında cennet ehlinin cennetteki giysileri ipektendir ama bu ipek dünyadaki ipekle asla kıyaslanamaz. Çünkü dünyadaki ipek ipekböceğinden elde olunur. Oysa oradaki ipek ise, bunlar yüce Allah’ın özel olarak yarattığı kumaşlardır. Cennet ehlinin her birinin cennet giysilerinden yetmişer elbisesi olacaktır ama bunlardan hiçbirinin rengi diğerine benzemeyecektir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır, gümüş bilezikler takmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan, 76/21)
Bu giysiler hiç eskimezler, durdukça da güzellikleri artar. Erkekler başlarına, incilerle bezenmiş taçlar giyerler. Nitekim Tirmizi Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennet ehli cennete tüysüz ve kılsız ve doğuştan sürmeli olarak, gençlikleri kaybolmamak ve elbiseleri de eskimemek üzere gireceklerdir. Başları üzerinde taçlar olacaktır. İncilerle süslü taçlarının üzerindeki her bir inci doğu ile batı arasını aydınlatacak derecede parlar.” Cennet kadınlarına gelince bunlar da başlarına başörtüsü takmış olacaklardır.
Senin de öğrendiğin gibi Peygamber (as), cennet kadınlarının başörtülerinin dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha değerli olduğunu belirtmişti.
Cennet ehlinin ziynet ve süslerine gelince, bunlar da bileziklerden ve benzeri süslerden oluşacaktır. Bunlardan Firdevs ve Adn cennetlerinde bulunan kadınların süsleri altından olacak ve altın ile süsleneceklerdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler.” (Hac, 22/23)
Huld ve Me’va cennetinde olanların süs ve ziynetleri ise gümüştendir. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan, 76/21)
Tirmizi Sa’d b. Ebu Vakkas’tan (ra) rivayet ediyor. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Eğer cennet ehlinden olan biri şöyle dünyaya bir baksa, bilezikleri ortaya çıkıp gözükse, bundan dolayı tıpkı güneşin ışığı yanında yıldızların sönük kaldıkları gibi, güneş de bu süslerin parlaklığı yanında sönük kalır.”
Ey kardeşim! İşte cennet budur. Eğer bir de cennettekilerin durumundan ve orada ne tür nimetler içinde bulunduklarından soracak olursan, -özellikle senin ve Müslümanların onlardan olmalarını dilerim-, hepsi de cennete girdiklerinde genç olarak gireceklerdir. Öldüklerinde yaşları her ne olursa olsun, ister yaşlı olarak ve ister çocuk olarak ölmüş olsunlar hiç fark etmeyecek, hepsi de aynı yaşta olarak cennete gireceklerdir. Yaşları Otuz civarında olacak, boyları da atamız Âdem’in (as) boyunca olacaktır.
Tirmizi Ebu Said Hudri’den (ra) rivayet ediyor, demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“İster küçük yaşta ölmüş olsunlar, ister yaşlandıklarında ölmüş olsunlar cennet ehlinin yaşları otuza getirilecektir. Ebedi olarak hep bu yaşta olacaklardır. Nitekim cehennem ehlinin de yaşları böyle olacaktır.”
Buhari, Müslim ve Tirmizi Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir. Ebu Hureyre (ra) demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennete girecek olan ilk gurubun yüzünün parlaklığı adeta ayın dolunay gecesindeki gibi parlak olacaktır. Tükürmeyecekler, sümkürmeyecekler, büyük ve küçük abdeste çıkmayacaklardır. Cennetteki kapları altından, tarakları altın ve gümüşten, buhurdanlıkları ödağacındandır, terleri de misk gibi kokacaktır.”
Allah Resulü (as) şöyle buyuruyor: “Cennete girecek olan ilk zümrenin yüz aydınlığı, ayın dolunay gecesindeki aydınlığı gibi olacaktır. İkinci zümre ise, gökteki yıldızlar içinde en güzel parlayanın parlaklığında olacaktır. Cennet ehlinden olanların her birisinin ikişer eşi olacaktır.”
Nitekim orada artık ölmeyecekler, yaşlanmayacaklar, beden güçlerinden bir şey kaybetmeyecekler, hastalanmayacaklar, üzüntü duymayacaklar ve yorgunluk nedir bilmeyeceklerdir. Aralarında herhangi bir düşmanlık, kin, öfke, haset, çekişme ve tartışma da olmayacaktır. Aksine hepsi birbirlerini seven kardeşler olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır).” (Duhan, 44/56)
Yüce Allah onların cennetteki konuşmalarından da şöyle haber vermektedir:
“Cennette şöyle derler: Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. O Rab ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda, cennete yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.” (Fatır, 34/34–35)
“Cennette onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.” (Araf, 7/43)
Cennette zaman ilerledikçe, onlar dünyadakinin tam tersine daha da bir güzelleşir ve güçlenirler.
Müslim Enes’ten (ra) rivayet ediyor. Dediğine göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Cennette öyle bir Pazaryeri var ki, cennet ehli her Cuma günü gelip burada toplanırlar. Derken bu sırada kuzeyden bir rüzgâr eser de, onların elbiselerine ve yüzlerine cennet kokularını serper. Böylece bu onların güzelliklerine ve cemallerine güzellik ve cemal katar, böylece eşlerine dönerler. Eşleri onlara: Allah’a yemim olsun ki, güzelliğiniz ve cemaliniz fazlasıyla artmış bulunmaktadır, derken kocaları da onlara: Vallahi sizin de aynen öyle fazlasıyla güzelliğiniz ve cemaliniz fazlasıyla artmış bulunmaktadır, derler.”
Cennet ehlinin kavuşacağı en büyük nimet, ikramı bol olan Allah’ın yüzüne bakmaları olacaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır, onu göreceklerdir.” (Kıyame, 75/23–24)
“Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır.” (Yunus, 10/26)
Burada geçen “daha güzel karşılık” ifadesinden kasıt cennettir. “Bir de fazlası vardır” ifadesinden kasıt ise, ikramı bol olan Allah’ın yüzüne bakmaktır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda dahası da vardır.” (Kaf, 50/35)
Yine bu ayette de yer alan, “dahası da vardır” ifadesinden kasıt, İkramı bol olan Allah’ın yüzüne bakmaktır. Allah Teala’nın onlardan razı olması hasebiyle rızasıyla tecelli etmesi, onlar için aradaki perdeleri ortadan kaldırması ile hemen hepsi Allah’ın huzurunda secdeye kapanacaklardır. Yüce Allah kendilerine: “Kaldırın başlarınızı ey kullarım! Çünkü ibadet dönemi dünyada kaldı. Siz şu anda ödüllendirme yurdundasınız” diye buyuracaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Onlara denir ki: Geçmiş günlerde işlediğiniz iyi amellerinize karşılık, afiyetle yeyin, için.” (Hakka, 69/24)
Cennette namaz, oruç, cünüplükten yıkanma ve benzeri manada ibadetler yoktur. Aksine orada sadece Allah’a hamdetmek ve onu övmek vardır. Onlar orada:
“Onlar: Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler.” (Zümer, 39/74)
“Cennette şöyle derler: Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir.” (Fatır, 35/34)
“Ve onlar derler ki: hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik.” (Araf, 7/43)
Melekler bu kimselerin ziyaretine gelip selam veririler. Allah Teala buyuruyor ki:
“Melekler de her kapıdan onların yanlarına varacaklardır. Melekler onlara: Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu cennet ne güzeldir, derler.” (Ra’d, 13/23–24)
“Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri selamdır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus, 10/10)
“Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen yalnız, selam, selamdır.” (Vakıa, 56/25–26)
“Onlar orada ne boş bir lakırdı, ne de boş yalan işitirler.” (Nebe, 78/35)
Ancak cennet ehli cennette dünyada işlediklerini hatırlarlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar: Derler ki: Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile ilahi azaptan korkardık. Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu. Gerçekten biz bundan önce Ona yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak odur.” (Tur, 52/25–28)
Bilmelisin ki, cennet ehli, cehennem ehlini gördükleri gibi, cehennem ehli de cennet ehlini görürler. İşte bu karşılıklı göre olayı, cennet ehlinin nimet içinde olmalarının değerini ve önemini daha da arttırır, ateştekilerin de azaplarını arttırır. Çünkü cennet ehli, cehennem ehlini ve azaplarını görünce, şu gerçeğin farkına varabileceklerdir. Eğer Allah kendilerini cennete koymamış olsaydı bile, sırf cehennem ateşinden ve azabından Allah’ın onları kurtarmış olması bile onlar için en büyük nimet olacaktı. Aynı şekilde cehennem ehlini de Allah ateşe sokmasaydı bile, cennet ehlini ve onların içinde bulundukları nimeti görmeleriyle, bundan mahrum olmanın da büyük bir azap olacağını göreceklerdi. İşte bu bile onların hasretini ve azabını artıracaktır.
Bir de kendileri için hazırlanmış olan yerlerin cennet ehline kaldığını gördüklerinde daha da perişan olacaklardır. Çünkü onlar bunu elde edecekleri amelleri işleme imkânları varken bunu yapmamışlardı. Belki de şu anda içinde azap gördükleri ateşe onlar girecekti ama onlar, amelleri sayesinde kendilerini o ateşten kurtardılar. Çünkü cennetliklerle cehennemlikler arasındaki engel veya perde öylesine şeffaftır ki, birbirlerini görmeye engel olmamaktadır. Hatta cennet ehli ile cehennemlikler birbirleriye konuşabileceklerdir de. Kaldı ki Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. ‘Evet’ derler. Ve aralarında bir çağrıcı, Allah’ın laneti zalimler üzerine olsun! diye bağırır.” (Araf, 7/44)
“Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır, derler.” (Araf, 7/50)
İşte böylece cennet ehli cehennem ehline laf atar ve onlara dünyada iken yaptıklarını, kafirliklerini ve ahiret gününe inanmamalarını hatırlatırlar. Yüce Allah cennet ehlinden söz ederek buyuruyor ki:
“İşte o zaman birbirlerine dönerek dünyadaki hallerini soracaklar. İçlerinden biri: Benim, bir vardı, der. Derdi ki: Sen de dirilmeye iman edenlerden misin? Biz ölüp kemik, sonra toprak haline geldiğimiz zaman diriltilip cezalandırılacak mıyız? O zat, dünyada geçmiş olan hadiseyi bu şekilde anlattıktan sonra Allah Teala orada bulunanlara: Siz işin gerçeğine vakıf mısınız? dedi. İşte o zaman konuşan baktı, arkadaşını cehennemin ortasında gördü. Yemin ederim ki, sen az daha beni de helak edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de cehenneme getirilenlerden olurdum, dedi. Birinci ölümümüz hariç, bir daha biz ölmeyecek ve bir daha azap görmeyecek değil miyiz?” (Saffat, 50–59)
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur açılır. Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. Müminler de derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan şeytan sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.” (Hadid, 57/13–14)
Cennet ehli cehennem ehliyle konuşurlarken, onlara kendilerini cehenneme sokan şeyin ne olduğunu sorarlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ancak amel defterleri sağdan verilen sağdakiler bakla. Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk. Batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza günün de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm gelip çattı.” (Müddessir, 74/39–47)
İşte cennet ehli ile cehennem ehli arasında böyle uzaktan uzağa karşılıklı konuşmalar olacaktır. Ne mutlu cennet ehline! Yazıklar olsun cehennem ehline! İşte sözünü ettiğimiz bu cennetleri yüce Allah inanan takva sahibi kulları için hazırlamıştır. Evet, bütün cennetler hep iman edenler içindir. Ola ki tüm bu açıklamalardan sonra şöyle diyebilirsin:
Öyleyse işlediğim zaman beni cennete koyacak ameller nelerdir? Firdevs ve Adn cennetlerine girebilmem için neler yapmam icap ediyor. Ki bu iki cennet altından saraylarla doludur.
i